
Orhan Kartal
Yılkı Atlarının Sessiz Hikâyesi
Batman’ın Güney ve Doğu Raman Dağları’nda, yılın belli zamanlarında göz alabildiğine uzanan bir manzaranın içinde belirirler. Tozlu patikalarda, rüzgârla savrulan yaprakların arasında, kıvrılan kayalıkların gölgesinde… Gözden kaybolup sonra yeniden beliren bu gölgeler, yalnızca birer silüet değil; bir hafızanın, bir kültürün ve unuttuğumuz bir doğallığın yaşayan tanıklarıdır: yılkı atları…
Bir zamanlar sahipleri tarafından doğaya terk edilen bu atlar, yıllar içinde yabanî hayata uyum sağladı. Ne evcilleştirildiler, ne tamamen vahşileştiler. Bugün, Raman Dağları’nın kayalıklarında özgürce koşan bu asil canlılar, kendi kanunlarına göre yaşayan, doğayla bütünleşmiş ruhlar hâline geldiler.
Vahşi Bir Asaletin İzinde
Raman Dağları artık sadece bir doğa harikası değil; aynı zamanda özgürlüğün dört nala koştuğu bir sahne. Yılkı atları burada, 10 ila 12 bireyden oluşan küçük sürüler halinde yaşıyor. Onlara yaklaşmak kolay değil. İnsanlarla aralarındaki mesafe sadece fiziksel değil, duygusal bir sınırı da yansıtıyor. Göz göze geldiğinizde sizi merakla değil, ihtiyatlı bir duruşla süzüyorlar: gururlu, serinkanlı, özgürlüğüne düşkün…
“Yılkı” kelimesi Türkçede “kendi hâlinde, başıboş” anlamına gelir. Ama bu sözcük, basit bir terk edilişin değil; doğaya geri dönüşün, yeniden doğuşun hikâyesidir. Orhun Yazıtları’ndan Dede Korkut anlatılarına kadar uzanan bir geçmişte yılkı atları, hep birer sembol olmuştur: bağımsızlık, direnç ve doğanın evladı olmanın timsali…
Doğanın Kucağında Bir Hayat
Yıllardır bu özgür ruhların izini sürüyorum. Dağların sisli sabahlarında, henüz güneş yüzünü tam göstermeden, objektifime takılan her kare, bir hikâyeye dönüşüyor. Her kişneme, geçmişten bugüne uzanan bir cümle gibi yankılanıyor dağların arasında.
Batman’da bu atlara “yılkı atı” deniyor. Bu atlar tamamen vahşi doğmamıştır; çoğu, ekonomik nedenlerle doğaya salınan evcil atların torunlarıdır. Ancak zamanla kendi sürülerini oluşturmuş, içgüdüleriyle doğaya uyum sağlamışlardır. Artık onların sahibi yoktur. Sahipleri doğadır. Bu yüzden onları korumak, sadece bir türü değil, bölgenin kültürel ve doğal mirasını korumak anlamına gelir.
Bu asil hayvanlar zaman zaman yeniden yakalanır, kısa süreliğine kullanılır, ama sonunda hep aynı yöne dönerler: dağlara, rüzgâra ve özgürlüğe…
Azalan Ayak İzleri, Artan Tehditler
Ne yazık ki, bu kıymetli sürüler her geçen yıl daha da azalıyor. Plansız yapılaşma, doğal yaşam alanlarının daralması, bilinçsiz insan müdahaleleri… Tüm bunlar, yılkı atlarının sessiz hikâyesine birer tehdit unsuru olarak ekleniyor. Oysa bu hayvanlar, doğaya zarar vermezler. Bilakis, ekosistemin birer tamamlayıcısıdırlar. Varlıklarıyla toprağa, rüzgâra ve zamana bir denge katarlar. Her bir kişneme, rüzgâra karışan bir uyarı gibi yankılanıyor:
“Doğayla uyum içinde yaşamayı ne zaman unuttuk?”
Tarihin ve Doğanın Tanıkları
Yılkı atları, yalnızca birer canlı değil; terk edilmenin ardından yeniden var olmanın, yalnızlıktan özgürlüğe kavuşmanın birer sembolü… Onların bakışlarında doğanın saf, yargılamayan gözleri vardır. Kişnemelerinde ise uzak zamanların yankısı…
Bir gün yolunuz Raman Dağları’na düşerse, durup rüzgârı dinleyin. Belki bir nal sesi duyarsınız. Belki tozun arasından, uzak bir sırt çizgisinde, gözlerini size dikmiş bir yılkı atı belirir. İşte o an, doğayla aranızdaki görünmez bağ yeniden kurulur. O an, unuttuklarınızı hatırlarsınız.
Raman’ın özgür ruhları hâlâ orada… Belki de bize neyi unuttuğumuzu hatırlatmak için...
Editor : Yusuf Kavak